31 Ağustos 2013

Asıl Dostluk


Mevlana ve bir öğrencisi, dostluğun ve arkadaşlığın konu edildiği bir söyleşiden çıkmışlar, yolda birlikte yürüyorlardı. Biraz ileride yolun  kenarında, iki köpeğin koyun koyuna sokulmuşlar, birlikte uyumakta olduklarını gördüler.
Öğrencisi, biraz önceki söyleşinin de etkisi altında  kalarak, bu görüntü karşısında çok duygulandı ve bu duygusunu Mevlana ile paylaşmak istedi: “Efendim şu manzaraya bakın” dedi. “Ne denli yüce bir ders alınacak dostluk örneği, değil mi?”
Mevlana, öğrencisinin bu heyecanı karşısında hafifçe gülümsedi ve kişisel çıkarların nice dostlukları yakıp kül ettiğini anımsattıktan sonra ona, unutamayacağı bir ders verdi:

“Evlat, sen onların arasına bir kemik atıver de, bak o zaman gör dostluklarını” dedi.

30 Ağustos 2013

Kırlangıç Hikayesi


Günlerden bir gün kırlangıcın biri bir adama âşık olmuş ve adamın penceresinin önüne konup adama şöyle demiş:
-Ben seni çok seviyorum, lütfen pencereyi açıp beni içeri al, birlikte yaşarız. Hem ben sana dost ve arkadaş olurum, canın da sıkılmaz, birlikte yaşar gideriz demiş. Adam:
-Olmaz, alamam... Git başımdan diye cevap vermiş. Kuş bu sözlerini birkaç kez daha tekrar ettikten sonra adamın penceresinin önüne konup adama tekrar şöyle demiş:
-Lütfen beni içeri al... Artık soğuklarda başladı, dışarıda kalamam biliyorsun, ben sıcak ülkelere gitmek zorunda kalabilirim. Lütfen beni al da sıcak ülkelere gitmek zorunda kalmayayım.
Lütfen beni içeri al, birlikte yemek yer omzuna konar, seni neşelendiririm, sana yarenlik ederim. Hem sen de benim gibi yalnızsın der. Fakat şu cevabı alır:
-Git başımdan! Demiş ve kuşu kovmuş...
Kırlangıç da bu cevap üzerine üzüntülü bir şekilde uçmuş ve uzaklara gitmiş. Adam kırlangıç uzaklara gittikten sonra düşünmüş ve kendi kendine 'Ben ne aptalım, ne akılsız bir adamım niye kırlangıçla birlikte kalmayı kabul etmedim? Ne güzel birlikte kalırdık demiş ve çok pişman olmuş. Fakat iş işten geçmiş. Kendi kendine 'Nasıl olsa kırlangıçlar sıcaklar başlayınca gelir, ben de onu içeri alır mutlu bir hayat sürerim demiş. Ve penceresini sonuna kadar açıp beklemeye başlamış. Yazın gelmesiyle kırlangıçlar da gelmeye başlamış; ama onun kırlangıcı gelmemiş. Yazın sonuna kadar hiç penceresini kapatmadan kırlangıcı beklemiş; ama kırlangıç gelmemiş. Gelen kırlangıçlara sormuş; ama onu gören olmamış.
Sonunda bir bilge kişiye halini danışmak ve ondan bilgi almak için gitmiş.
Bilge kişiye olayı anlattıktan sonra bilge kişi olana şöyle demiş: Kırlangıçların ömrü 6 aydır...


Zaman dediğimiz şey, içinde yaşadığımız andır. Öyleyse yapacağımız iyilikleri ertelemeyelim!  

29 Ağustos 2013

İki Rüya Arasındaki Fark

Fotoğraf Gregory Colbert

Zamanın birinde 2 kardeş varmış. Büyük olanı koskocaman bir çiftlin sahibi ve köyün ağasıymış. O kadar zenginmiş ki zenginliği başka memleketlerde dahi dillere dolanmış.
Kardeş ise ağabeyinin çiftliğinde karın tokluğuna kar kış, sıcak soğuk demeden çalışırmış.
Ortalığın sıcaktan cayır cayır yandığı bir yaz günü küçük kardeş yorgunluktan bitap düşmüş ve bir ağacın gölgesinde uyuyakalmış.
Çok geçmemiş ki ağabeyi kardeşini, ayağındaki koca potinleriyle sert bir biçimde dürterek “Kalk iş zamanı uyunur mu? Çalışmayana bedava ekmek yok.” diyerek uyandırmış. Kardeşi ise ne olduğunu anlamadan şaşkın gözlerle önünde duran abisinin o heybetli cüssesiyle karşılaşmış ve “Ağabey neden uyandırdın beni çok güzel bir rüya görüyordum. Rüyamda büyük bir çiftliğim, yüzlerce atlarım, sayısız hayvanlarım, ucu bucağı gözükmeyen tarlalarım, benim için çalışan yüzlerce işçim, aletlerim ve daha sayamayacağım bir sürü mala sahiptim. O kadar güzel bir rüyaydı ki keşke uyandırmasaydın da biraz daha tadını çıkartsaydım.”demiş.
Ağabeyi ise alaylı bir ifadeyle, “Sen” demiş, “Bu saydıklarını ancak rüyanda görürsün. Oysa bak ben bütün bu saydıklarına sahibim, bunların içinde yüzüyorum…” diye cevap vermiş.

Kardeşi ise bilgece bir ifadeyle ağabeyine bakmış ve söylediği sözlere pişman edercesine şu sözler dökülmüş kurumuş dudaklarından: “Ağabey, biliyor musun aslına ikimiz de rüya görüyoruz? Tek fark, benim rüyam gözlerimi açınca bitiyor, senin rüyan ise gözlerini kapatınca bitecek!”

28 Ağustos 2013

Aynı Duyguları Paylaşanlar Anlaşabilirler


Adamın biri artık karısının eskisi kadar iyi duymadığından korkuyormuş ve  karısının işitme cihazına ihtiyaç duyduğunu düşünüyormuş.  Ona nasıl yaklaşması gerektiğinden emin değilmiş.  Bu durumu konuşmak için aile doktorunu aramış; doktor adamın  karısının ne kadar  duyduğunu anlayabilmesi için basit bir yöntem önermiş. 
"Yapacağın şey şu, karından 40 adım ileride dur, normal bir konuşma tonuyla bir  şeyler söyle; eğer duymazsa  30 adım ilerisinde aynı şeyi  tekrarla, sonra 20 adım… Cevap alana kadar aynı şeyi tekrarla"
O akşam karısı mutfakta akşam yemeğini hazırlarken adam işlemi  uygulamaya koymuş. 40 adım uzaklıktan karısına normal bir konuşma tonuyla seslenmiş
-"Hayatım bu akşam yemekte ne var?"
Cevap yok
Mutfağa biraz yaklaşmış. Mesafeyi 30 adıma indirmiş ve soruyu  tekrarlamış
-"Hayatım bu akşam yemekte ne var?"
Gene cevap yok  Mutfağa biraz daha yaklaşmış, mesafe 20 adım ve tekrar sormuş
-"Hayatım bu akşam yemekte ne var?"
Hala cevap yok  Adam mutfağın kapısına gelmiş artık mesafe iyice azalmış ve   soruyu  tekrarlamış
-"Hayatım bu akşam yemekte ne var?"
Gene cevap alamamış  Bu sefer karısına iyice yaklaşmış ve aynı soruyu tekrar sormuş
-"Hayatım bu akşam yemekte ne var?"

-"Canım beşinci kez söylüyorum, Tavuk"

27 Ağustos 2013

Dünyayı Düzeltmek İçin


            Adam, bir haftanın yorgunluğundan sonra Pazar sabahı, kalktığında keyifle eline gazetesini aldı ve bütün gün miskinlik yapıp evde oturacağını hayal ediyordu. Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve parka ne zaman gideceklerini sordu. Baba oğluna söz vermişti; bu hafta sonu parka götürecekti onu; ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu. Sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti. Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna uzattı: “Eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni parka götüreceğim!” dedi. Sonra düşündü: “Oh be, kurtuldum! En iyi coğrafya profesörü bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez!”

Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi: “Babacığım haritayı düzelttim. Artık parka gidebiliriz !” dedi. Adam önce inanamadı ve görmek istedi. Gördüğünde de hayretler içindeydi ve oğluna bunu nasıl yaptığını sordu. Çocuk şu ibretlik açıklamayı yaptı:
“Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan resmi vardı. İnsanı düzelttiğim zaman dünya kendiliğinden düzeliverdi”


26 Ağustos 2013

Balon


Küçük çocuk, baloncuyu büyülenmiş gibi takip ederken şaşkınlığını gizleyemiyordu. Onu hayrete düşüren şey; "Bizim eve bile sığmaz" dediği o güzelim balonların adamı nasıl havaya kaldırmadığı idi.

Baloncu dinlenmek için durakladığında o da duruyor ve sonra yine takibe koyuluyordu. Bir ara adamın kendisine baktığını fark ederek ona doğru yaklaştı ve bütün cesaretini toplayarak:
- Baloncu amca, dedi. Biliyor musun benim hiç balonum olmadı. Adam çocuğu şöyle bir süzdükten sonra:
- Paran var mı? Diye sordu. Sen onu söyle.
- Bayramda vardı, diye atıldı çocuk, önümüzdeki bayram yine olacak.
- Öyleyse bayramda gel, dedi adam. Acelem yok, ben beklerim.

Çocuk sessizce geri döndü. O ana kadar balonlarda ayırmadığı gözleri dolu dolu olmuş, yürümeye bile mecali kalmamıştı. Birkaç adım attıktan sonra elinde olmadan tekrar onlara baktığında, gördüklerine inanamadı.

Balonlar, her nasılsa adamın elinden kurtulmuş ve yol kenarındaki büyük bir akasya ağacının dallarına takılmıştı. Çocuk, olup bitenleri büyük bir merakla takip ederken, baloncu ona doğru dönerek:
- Küçük, diye seslendi. Balonları ağaçtan kurtarırsan birini sana veririm.

Yapılan teklif, yavrucağın aklını başından almıştı. Koşarak ağacın altına doğru yöneldi ve ayakkabılarını aceleyle fırlatıp tırmanmaya başladı. Hedefine adım adım yaklaşırken duyduğu heyecan, bacağını kanatan akasya dikenlerinin acısını hissettirmiyordu. Sincap çevikliğiyle balonlara ulaştığında bir müddet onları seyretti ve dallara dolanan ipi çözerek baloncuya sarkıttı. Ancak balonlardan birisi iyice sıkıştığından diğerlerinden ayrılmış ve ağaçta kalmıştı. Çocuk onu kurtarmaya kalkışsa, dikenlerden patlayacağını çok iyi biliyordu. İster istemez balonu yerinde bırakıp aşağıya indi ve adama dönerek:

- Birini bana verecektiniz, dedi. Hangisi o?
Adam elinin tersiyle burnunu sildikten sonra:
- Seninki ağaçta kaldı evlat, dedi. İstersen çık al.

Çocuk bu sefer ayakta bile duramadı. Kaldırım kenarına oturup baloncunun uzaklaşmasını bekledikten sonra, dallar arasında parlayan balona uzun uzun bakarak:

"Olsun" diye mırıldandı. "Olsun. Ağacın üzerinde kalsa da bir balonum var ya artık…"

25 Ağustos 2013

Bunlardan da sıkılırsam






Ağlayan dosta tavsiyeler...

Seni sevmeyeni sevmeyeceksin öyle deliler gibi...

Özellikle de fikrine uyuyor ama ruhuna uymuyorsa!

Ruh mu?

Sonra iyi ki orada değildim dersin...
Senin onu sevdiğin kadar;
Onun seni sevmediğine sevinirsin...
Çünkü sen! Vazgeçmeyi bilirsin... Bir şeyler için, bilirsin işte...
Ama o vazgeçmez... İşte bu yüzden onun seni, senin onu sevdiğin kadar sevmemesine sevinirsin...
Yine iyisin dostum!
Yine büyüdün.
Ağlama!
Gözyaşlarında boğulmayacak kadar güçlüsün...
Tamam ne halin varsa gör!
Tamam!
Onun seni, kendi keyfi için üzdüğünü biliyorum!
İşte o kendi keyfinden vazgeçip seni göremiyorken...
O kendi keyfinden vazgeçip sevemiyorken...
...
Sana iyilik yaramıyor işte!
O keyfinden vazgeçene kadar, kaç kurtar kendini...
Sonra bir ömür onun keyfi için kendini üzeceksin!
Tamam o da seni sevse anlayacağım!
Ağlama artık...
Görmüyor musun?
Sana "kocaman bir şapşalsın" dedi...
"Evet biliyorum ama o dediğinde güzel" oluyor...
"Güzel mi? Anlamıyorsun galiba, egoistin, kaba adamın teki o!"
"Beni yalnız bırakır mısın?"
"O senin kalbindeyken yalnız kalamazsın!" diyerek sarılıyorken...
"O kalbimde değil, beynimde... Beynimden atmak için önce suyunu çıkartıyorum" diyerek tebessüm ediyor.
"Ben ağladığını düşünmüştüm ama anlaşılan sen önce suyunu çıkartıp sonra... " uyanık seni der gibi bir bakış atıp çocukluğumuzdaki gibi pır pır kelebek, kanatlanıp gidecek diyerek elleriyle oyunlar oynamaya başladım...
"Sanki kendini vazgeçilmez hissediyor. Kaf Dağına varan Anka kuşu gibi... Kalbime vardığı için kendini kıymetli zannediyor. Onu ne kadar sevdiğimi biliyor olmalı... Bilmenin ötesinde ben ona çok kötü aşık oldum" diyerek tekrar ağlamaya başlıyor.
"Senin kalbin dağlar gibi... Ama onun kanatları... Kanat değil, kabukları demek daha doğru olur... Sana zarar veriyor. Lütfen, ağlama artık!" diyerek gözyaşlarını silmeye çalışıyorum...
"Tamam, bitireceğim onu aklımda... Hemde bir daha demeyecek kadar kadar!" diyerek dizlerini de karnına çekiyor.
Yatağının bir köşesine sinip uyuya kalana kadar ağlamaya devam ediyor.
Ne hoş bir histir onun yaşadıkları...
Aşk acısı, ağlayarak uyumanın verdiği o rahatlık.
Kalbinin yükünü hissedebilmek!

Sanırım kendime her baktığımda; "Bitti" dediğim anda bitirdiğim şeyleri görüyorum. Bitmeli çünkü mevzu benim! Ben bir şeyleri uzatmayı sevmem! Tıpkı çocukken yaptığım gibi canımı yakan her şeyden uzak duruyordum... Peki ya içimdeki bu hercai duygularım, gitmekten çekinmeyen köşem, vazgeçmeyi huy edinmiş yanım, limansız kıyım! 
Bunlardan da sıkılırsam?


Üç Soru


Bir kral "Eğer bir işe ne zaman başlayacağımı; kimi dinleyeceğimi ve yapmam gereken en önemli şeyin ne olduğunu bilseydim, girdiğim her işi başarırdım” diye düşünmüş.

Kral bu fikrini halkına bildirir. Uzun süre saraya bilgeler gelir, fikirler söylenir ancak kral hiçbir fikri beğenmez. Bu sıralar kral dağda yaşayan bilgeden haberdar olur. Doğru zaman, doğru kişi ve doğru işin ne olduğunu bilgeye sormak için yola koyulur.

Dağdaki bilgenin evine yaklaştıklarında kral muhafızlarından ayrılır ve bilgenin yanına tek başına gider. Kral bilgeye "Ey bilge, size üç sorunun cevabını sormak için geldim. Doğru şeyi doğru zamanda yapmayı nasıl öğrenebilirim? En fazla muhtaç olduğum, dolayısıyla diğerlerinden fazla ilgi göstermem gereken insanlar kimdir? En önemli ve her şeyden önce kendimi vereceğim işler nelerdir?" diye sorar.

Bilge kralı dinler ama cevap vermez. O sırada bilge bahçede çiçek dikmek için toprağı kazıyordur. Kral bilgenin yorulmuş olduğunu görür ve ona yardım eder. Kral soruyu tekrarladığında bilge; "Buraya koşarak birisi geliyor" der. Gerçekten de karşı taraftan koşarak bir yaralı adam geliyordur. Kral adamı tanımasa da yarasını sarar ve onunla ilgilenir. Yarasını pansuman yapar ve gece boyu başında bekler. Gün geçmiş sabah olmuştur. Yaralı adam uyandığında kraldan af diler. Kral "Sizi tanımıyorum, üstelik affedilecek bir şey yapmadınız ki" der.

Yaralı adam “Siz benim abimi astırmıştınız. Bende sizi öldürmek için vakit kolluyordum. Burada olduğunuzu öğrendim ve sizi öldürmeye geldim. Ancak muhafızlarınız beni tanıdı. Onlardan kaçmaya çalışırken yaralandım. Siz ise benim yaramı sardınız” diyerek kraldan bir kez daha af diler. Kral böylece bir düşmanının dostluğunu kazandığına sevinmiş aynı zamanda da adamı affetmiştir.

Ancak kral üç sorusunun cevabını alamamış bir vaziyette bilgeye soruları tekrar sorar. Bu sefer bilge sessizliğini bozar ve cevap verir; "Dün eğer bana yardım etmeseydin, gidecek ve şu adamın saldırısına uğrayacaktınız. Yani en önemli vakit, bana yardım ettiğin vakitti; en önemli kişi bendim ve en önemli işiniz bana iyilik yapmaktı. Daha sonra bu adam yanımıza koşarak geldiğinde, en önemli vakit onunla ilgilendiğiniz vakit oldu. Çünkü eğer onun yaralarını sarmasaydınız, sizinle barışmadan ölecekti. Dolayısıyla en önemli kişi oydu, en önemli iş de onun için yaptıklarınızdı."


Şu gerçeği unutmayın: Tek önemli vakit vardır, içinde bulunduğunuz an. O an en önemli vakittir, çünkü sadece o zaman elimizden bir şey gelebilir. En önemli kişi, kiminle beraberseniz odur, zira hiç kimse bir başkasıyla bir daha görüşüp görüşmeyeceğini bilemez ve en önemli iş iyilik yapmaktır, çünkü iyilik mutluluğun anahtarıdır.