26 Ekim 2013

Tavşanın Doktora Tezi


Ormanda güzel güneşli bir gün ve bir tavşan yuvasının dışında oturmuş, tık tık tıklamakta.


Sahne I
Bir tilki oradan geçer.
Tilki: "Ne yazıyorsun?"
Tavşan: "Tezimi."
-"Hmmmm. Ne hakkında ?"
-"Tavşanların tilkileri nasıl yediği hakkında..." (şüphe dolu sessizlik)
-"Bu gülünç! Tavşanların tilkileri yemediğini herkes bilir."
-"Tabi bilirler ve ben sana ispatlayabilirim. Gel benimle."
Birlikte tavşanın yuvasına girerler.
Birkaç dakika sonra, tavşan döner, yalnızdır.
Daktilosunun başına geçer ve yazmaya devam eder.



Sahne II
Biraz sonra, bir kurt gelir, durup çalışan tavşanı seyreder.
Kurt: "Ne yazıyorsun?"
Tavşan: "Tavşanların kurtları nasıl yediğiyle ilgili bir tez yazıyorum"
(kahkahalarla gülüş)
-"Böyle saçma bir şeyi yayınlamayı düşünmüyorsun herhalde?"
-"Sorun değil nedenini görmek ister misin?"
Birlikte tavşanın yuvasına girerler ve birkaç dakika sonra tavşan yine tek başına döner ve yazmaya devam eder.

Sahne III
Tavşanın yuvasının içi... Bir köşede, tilki kemikleri... Başka bir köşede kurt kemikleri...  Bir başka köşede, kocaman bir aslan karnını sıvazlayıp dişini karıştırmakta…




25 Ekim 2013

Toprak


Toprak bir gün aynaya dedi ki: “Ey ayna! İmreniyorum sana! Çünkü kim sana baksa, kendini görür;  bana bakanlar ise, sadece beni görür!”

Ayna toprağa şöyle cevap verdi:
“Ey kara toprak, ne beyhude bir dert ile dertlenmişsin. Bilmiyor musun?  Ben bana bakanların bugününü gösteririm. Oysa sen, sana bakanların yarınından haber verirsin...

Bu cevap, toprağın beğenisine gitse de, tekrar dedi: “Belli ki içimi rahatlatmak içindir sözlerin. Söyler misin bana, sana bakanlar, hiç dönüp bakar mı bana?”

Ve ayna toprağa acı bir gülümseyişle şunları söyledi:  “Merak etme! Bana bakacak yüzü kalmayanların gözü, hep sana döner!”

24 Ekim 2013

Üç Öğüt

Fotoğraf Nick Talbot

Adamın birisi hile ile tuzağıma bir kuş düşürdü.
Kuş ona dedi ki:
-Ey ulu hoca! Sen şimdiye kadar birçok deve kurban ettin, birçok öküz, koyun yedin! Dünyada onlarla doymadın da, benimle mi doyacaksın? Eğer bırakırsan beni, sana öyle üç öğüt veririm ki, aklın şaşar! Birincisini elinde iken, ikincisini samanla karışık balçıktan yapılma şu damın üzerinde, üçüncüsünü de ağacın dalına konduğumda veririm. Bu üç öğütle bahtın iyileşir, rahat edersin. Ne dersin ha? Bak ilkini söylüyorum:
“Olmayacak söze; kim söylerse söylesin, inanma!’

Adamın aklı yattı kuşun bilgeliğine, gevşetiverdi parmaklarını, pırrr diye uçtu kuş, azat oldu.
Duvarın üzerine konup dedi ki:
-Geçmiş, gitmiş şeye gam yeme... Fırsatı kaçırmadın diye dövünme! Bak beni bıraktın ama, şu küçücük bedenimde on gram ağırlığında, değerine paha biçilemeyecek bir inci var idi. Sana da, oğullarına da yeterdi, artardı bile! O inci senin hakkındı! Fakat kısmetin değilmiş kaçırdın... Dünyada bir eşi bulunmayacak kadar kıymetli ve emsalsiz idi...
Adam bağırmaya, dövünmeye başladı.


Kuş dedi ki:
-Sana geçmiş, gitmiş şeye üzülme, gam yeme diye nasihat etmedim mi? Mademki, geçip gittin, neden üzülürsün? Sen; ya benim öğüdümü anlamadın yahut da sağırsın! Ben kendim on gram gelmem zaten, içimde on gramlık inci nasıl bulunabilir? 
Adam bu söz üzerine kendine geldi; 
-Haydi, dedi... O üçüncü güzel öğüdü de ver bakalım!
Kuş dedi ki:
-Allah için, o ikisini iyi tuttun da üçüncüsünü sana bedava söyleyeceğim ha!
“Uykuya dalmış, bilgisiz kişiye öğüt vermek, çorak yere tohum saçmaktır.
Aptallık ve bilgisizlik yırtığı yama kabul etmez! Ey öğütçü; ona hikmet tohumunu pek saçma!”
(Mesnevi’den)

23 Ekim 2013

Beygir arpayı nasıl tanıyamaz


Mehmet Akif cimrilere çok kızardı. Baytar Şefik anlatıyor: Meşrutiyet’ten evvel, Akif Bey Ziraat Vekâleti’nde memur, Müfettiş Abdullah Bey namında cimriliği meşhur bir zat da Akif Bey’in amiri.
Abdullah Bey, Çengelköy’ünde İcadiye’de oturuyor. Orada birçok arazisi var. Akif Bey de İcadiye’ye her gün yaya inip çıkıyor. Bir gün Abdullah Bey’le görüşürken bir beygir almak istediğinden bahseder.
Abdullah Bey:
“Benim beygiri sana satayım” der.
Pazarlık ederler. Üstad beygiri alıp evine götürür. Arpa verir, hayvan arpayı yemez.
Üstad gülerek bunu anlattıktan sonra: “Ne dersin, Şefik hayvan arpayı tanımadı!” der.


M.Ertuğrul Düzdağ’ın Mehmet Ersoy kitabından…

22 Ekim 2013

Tek Kollu Karateci - Sol Kolu Olmayan Karateci

Karate Kid Filminden Bir Görüntü

Japon çocuğunun tek hayali çok ünü bir karateci olmaktı. Fakat ailesi buna izin vermedi. Bir gün talihsiz bir kaza sonucu çocuk sol kolunu kaybetti. Ailesi çocuğun moralinin çok kötü olduğunu görünce ona bir karateci hoca tuttu. Hoca ilk dersinde çocuğa karşısındakine sağ kolu ile tutup savunmayı gösterdi. Hatta ikinci üçüncü ve sonraki bütün derslerde hep aynı hareketi yapıyorlardı. Çocuk bir gün hocasına "hocam ben çok sıkıldım, artık başka hareketlere geçsek." dedi. Hoca ise bunu kabul etmeyerek dünyada bu işi en hızlı yapan kişi olmadıkça bitmeyeceğini söyledi. Çocuk o kadar hızlanmıştı ki, hocasını bile göz açıp kapayıncaya kadar yerden yere vuruyordu.


Bir gün hoca elinde bir kâğıtla geldi. Kâğıtta çocuğun gençler karate şampiyonasına katılabileceği yazıyordu. Çocuk çok şaşırdı. Ertesi gün salonda ilk rakibinin karşına çıkacakken hocasına sordu "hocam bu iş nasıl olur? Ben sadece tek hareket biliyorum kesin kaybederim." hocası ise "sen sadece hareketi yap" cevabını verdi. 

Ringe çıktı ve hareketiyle rakibini eledi. Hatta tek hareketle finale kadar çıktı. Finalde rakibini de yendi ve şampiyon oldu. Sevinçle hocasının yanına koştu ve sordu "hocam nasıl olur anlamıyorum sadece bir hareket biliyorum, tek kolluyum ve şampiyon oldum." hocası çocuğa baktı ve dedi ki, 

"Senin yaptığın hareket karatedeki en zor hareketlerden birdir ve tek bir savunması vardır o da rakibin sol kolunu tutmak."

21 Ekim 2013

Ev Alma Komşu Al


Bağdatta, büyük âlim Abu Hanife’nin ayakkabı tamircisi bir komşusu vardı. Bu adam, çok içki içiyordu. Bütün gece sarhoş olana kadar içerdi, sonra kendini kaybeder, ne söylediğini ve ne yaptığını bilmez hale gelirdi. Bir ayakkabı tamircisi iken, sarhoş olunca kendisini, savaş meydanlarının bileği bükülmez büyük savaşçısı zanneder; “Hey! Hey! Bu savaş meydanlarının kahramanı benim, bana iyi bakın” diye bağırır dururdu. Çünkü içki bütün düşünce dengesini bozardı. Sabahlara kadar bu sözleri avazı çıktığı kadar bağırır dururdu. Tabii ki bu durum, bütün mahalle halkının rahatını kaçırır, uykularını dağıtır, gecelerini zehir ederdi.

Bu durumdan en çok rahatsız olan da ayakkabı tamircisinin en yakın komşusu büyük alim İmam-ı Azam idi. O, gecenin bu sessiz saatlerini ilim öğrenmek ve bilgi edinmek gibi faydalı şeylerle geçirirdi. Ama ne var ki, yakın komşusu onu oldukça çok rahatsız etmekteydi.

Bir gün bu duruma daha fazla katlanamayan komşular, içki düşkünü ayakkabıyı bu huyundan vazgeçmesi için hapse attırmışlardı.

O gece İmam-ı Azam, ayakkabıcı komşusundan ses seda işitmeyince sebebini sordu. Hapse atıldığını söylediler. O hemen şehrin valisine koştu; komşusunun affedilmesini rica etti. Vali, Ebu Hanife’ye büyük saygı duyardı. Onun hatırına ayakkabıcı yanına getirildi. Yaptıklarından pişman olması, içkiyi bırakıp bir daha komşularına zarar vermemesi şartı ile suçunun affedilebilineceği söylendi. Ayakkabıcı hem komşusu Ebu Hanife’den, hem de validen çok utanmış elleri önünde başını eğmiş susuyordu.

Sonra Ebu Hanife ile beraber oradan ayrıldılar. Yolda Ebu Hanife “Kendini özlettin delikanlı” deyince, ayakkabı ustası gözyaşları ile büyük âlimin ellerine sarılıp kendisini affetmesini istedi. O günden sonra çok temiz, pırıl pırıl bir insan haline gelen mahallenin bu genç ayakkabıcısı kimseyi rahatsız etmedi.


20 Ekim 2013

Yaklaşıyorlar

Biz de onlara yaklaşıyoruz


Sultan Alparslan  askeriyle Bizans topraklarında  ilerlerken, keşfe gönderdiği askerlerden biri huzuruna gelip telaşla şöyle der:
- Büyük  bir düşman ordusu bize doğru yaklaşıyor.
Alparslan hiç önemsemeyerek şöyle der:
- Biz de onlara yaklaşıyoruz.