21 Eylül 2013

Halifenin Nereden Haberi Olacak?


Sürekli Allah'ın gözettiği hissi ile hareket etmek çok önemlidir. Hazreti Ömer halifeliği sırasında bir gece asayişi kontrol için Medine sokaklarında dolaşıyordu. Gecenin karanlığında önünden geçmekte olduğu bir evden, yüksek sesler işitti. Durdu ve dinlemeye başladı.

Bir anne kızına şöyle diyordu: “Kızım, yarın satacağımız süte su karıştır!”
Kız ise; “Anne, halife süte su karıştırmayı yasak etmedi mi?”
“Kızım gecenin bu saatinde halifenin nereden haberi olacak, o şimdi yatağında uyuyor.”
“Anne! Anne! Halife uyuyor, haberi olmaz diyorsun! Her şeyi bilen, gören ve her şeye kadir olan Allah-u Teâlâ bizi görüyor, halimizi biliyor! Hilemizi insanlardan gizleyebiliriz, fakat her şeyi bilen ve gören Allah'tan nasıl gizlersin?”

Hazreti Ömer, bu kızın güzel ahlakına çok hayran kaldı bu durumu hanımına da anlattı. Sonra da, o kızı oğlu Asım’a nikâh etti. Olayları değerlendirirken din eksenli bir değerlendirme, ince ve hassas bir ruhu gerektirir.


Kendine muhasarasının en şiddetli olduğu günlerden biriydi. Zeynel isminde bir kahraman sabah namazı kılarken önüne bir humbara* düştü. Zeynel namazı bozup kaçsa humbara patlayacak ve kendisi de ölecekti. Zeynel kaçmamış ve normal şekilde secdeye kapanıp duasını yapmaya başlamıştı. Ancak o anda patlayan humbara da Zeynel’e bir zarar vermemişti.

Olayı Fazıl Ahmet Paşa’ya anlatan Zeynel soruyordu:
“Efendim. Acaba secdede biraz fazla kalmam neticesinde namazım bozuldu mu?” Sadrazam da.
“Hayır, namazın bozulmadı.” diye cevap verdi.

İnsan her durum ve şartta hassasiyetini sürdürmelidir.

*Humbara; eski zamanlarda kullanılan bir el bombası çeşididir. 

20 Eylül 2013

Kendinize Zaman Ayırın



Bir ormanda iki kişi ağaç kesiyormuş. Birinci adam sabahları erkenden kalkıyor, ağaç kesmeye başlıyormuş, bir ağaç devrilirken hemen diğerine geçiyormuş. Gün boyu ne dinleniyor ne öğle yemeği için kendine vakit ayırıyormuş. Aksamları da arkadaşından bir kaç saat sonra ağaç kesmeyi bırakıyormuş. İkinci adam ise arada bir dinleniyor ve hava kararmaya başladığında eve donuyormuş. Bir hafta boyunca bu tempoda çalıştıktan sonra ne kadar ağaç kestiklerini saymaya başlamışlar.  Sonuç: İkinci adam çok daha fazla ağaç kesmiş.

Birinci adam öfkelenmiş:  "Bu nasıl olabilir? Ben daha çok çalıştım. Senden daha erken ise başladım senden daha geç bitirdim. Ama sen daha fazla ağaç kestin. Bu isin sırrı ne ?"

İkinci adam yüzünde tebessümle yanıt vermiş: "Ortada bir sır yok. Sen durmaksızın çalışırken, ben arada bir dinlenip baltamı biliyordum. Keskin baltayla, daha az çabayla daha çok ağaç kesilir."


Kendimizi geliştirmek, baltamızı bilemektir. Kendimize zaman ayırıp, yaşamımızı objektif bir bakışla gözden geçirmektir. Zayıf bulduğumuz alanlarımızı geliştirmek için caba göstermektir. Bu, zihnimizin, ruhumuzun,  karakterimizin güçlenmesi için olmazsa olmaz bir koşuldur.

19 Eylül 2013

Sedef Çiçegi


Mahkeme salonunda, seksenlerindeki yaşlı çiftin durumu içler acısıydı. Adam inatçı bakışlarla suskun, Ninenin ağlamaktan iyice çukurlaşmış gözleri ve keskin çizgileriyle bıkkın bakışları süzüyordu etrafını... Hakimin tokmak sesiyle sustu uğultu ve tok sesiyle, sözü yaşlı kadına verdi...

"Anlat teyze neden boşanmak istiyorsun?" Yaşlı kadın derin bir nefes çektikten sonra kısılmış sesiyle konuşmaya başladı...

"Bu herif yetti gari, 50 yıldır bezdirdi hayattan..."

Sonra uzunca bir sessizlik hâkim oldu mahkeme salonuna... Sessizlik bu tür haberleri her gün manşet yapan gazetecilerden birinin flaşıyla bozuldu, kim bilir nasıl bir manşet atacaklardı, yaşanmış 50 yılın ardından... Çok sayıda gazeteci izliyordu davayı, kadın neler diyecekti… Herkes onu dinliyordu... Yaşlı kadının gözleri doldu... Ve devam etti...

"Bizim bir sedef çiçeği vardı, çok sevdiğim... O bilmez...50 yıl önceydi... O çiçeği bana verdiği çiçeklerin arasından kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm... Yavrumuz olmadı, onları yavrum bildim... Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı. O zaman adak adadım... Her gece güneş açmadan önce bir tas suyla sulayacağım onu diye... İyi gelirmiş dedilerdi... 50 yıl oldu, bu herif bir gece kalkıp bir kere de bu çiçeği ben sulayayım demedi... Ta ki geçen geceye kadar...

O gece takatim kesilmiş... Uyuyakalmışım... Ben böyle bir adamla 50 yıl geçirdim... Hayatımı, umudumu her şeyimi verdim... Ondan hiçbir şey göremedim... Bir kerecik olsun, benim bildiğim görevlerden birisini yapmasını bekledim… Onsuz daha iyiyim, yemin ederim."

Hâkim, yaşlı adama dönerek; "Diyeceğin bir şey var mı amcacım" dedi.

Yaşlı adam bastonla zor yürüdüğü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle hâkime yöneldi.

"Askerliğimi, reisicumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptım, o bahçenin görkemli görünümüyle büyümesi için emeklerimi verdim... Fadime'mi de orada tanıdım... Sedefleri de... Ona en güzel çiçeklerden buketler verdim... Fadime'min bahçesi çiçeklerle doludur. İlk Evlendiğimiz günlerin birinde boyun ağrısından onu hekime götürdüm... Hekim çok uzun süre uyanmadan yatarsa boynundaki kireç sertleşir, kötüleşir dedi... Her gece uykusunu bölüp, uyansın, gezinsin dedi... Hekimi pek dinlemedi, bizim hatun... Lafım geçmedi... O günlerde tesadüf bu çiçek kurudu... Ben ona gece sularsan geçer dedim... Adak dilettim... Her gece onu uyandırdım. Ve onu seyrettim... O sevdiğim kadının yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim... Her gece o çiçek ben oldum..." dedi adam o yaştaki bir adamdan beklenmeyecek ifadelerle... 

"Her gece O yattıktan sonra uyandım... Saksıdaki suyu boşalttım... Sedef gece sulanmayı sevmez, hâkim bey... Geçen gece de... Yaşlılık... Ben de uyanamadım... Çiçeklerin sulanmamasına değilde boynundaki ağrının artmasından korktum... Şimdiyse suçlanıyorum..."

O an Mahkeme salonunda her şey sustu... Ertesi sabah gazeteler "Sedef susuz kaldı" diye yine yalnızca neticeyi haber yaptılar...
Yaşlı kadın eşinin bunca yıllık vefasını  bir kez daha görmüş, kıymetli bir aşkı tekrar yaşamaya başlamışlardı.

18 Eylül 2013

Yolcu



Yaşamın anlamını kavramak için dünyayı dolaşmaya çıkan bir genç, gezdiği ülkelerden birinde ünlü bir bilgeyi ziyarete gitmişti.

Gezgin genç, bilgenin yaşadığı evde, tüm duvarların kitaplarla kaplı olduğunu gördü. Fakat evi dikkatle gözden geçirdikten sonra, yerde bir kilim, duvar dibinde yatak olarak kullanılan bir sedir, ortada ise bir masa ve sandalyeden başka evde hiçbir eşyanın olmadığını gördü ve merakla sordu:

"Neden hiç eşyanız yok?" dedi. "Koltuklarınız, kanepeleriniz, büfeleriniz... Onlar nerede?"

Bilge, bu soruya karşılık olarak kendi bir soru sordu gezgin gence; "Senin de yalnızca, sırtında taşıdığın küçük bir çantan var, yavrum" dedi. "Peki, senin eşyaların nerede?"

Gezgin genç, kendini savunurcasına yanıtladı bu soruyu: "Ama görüyorsunuz... Ben yolcuyum."

Ünlü bilge, hak verircesine güldü: "Ben de öyle, yavrum" dedi. "Ben de öyle..."

17 Eylül 2013

Nasılsınız?


Bir baba ile kızı dertleşiyormuş. Kız babasına çok sıkıntı çektiğinden, sorunlarla baş edemediğinden bahsetmiş.

Babası kızını dinlemiş, dinlemiş ve “Gel, sana bir şey göstereceğim!” diye kızını mutfağa götürmüş. Ünlü bir aşçı olan baba, ocağa üç tane eşit büyüklükte kap koymuş, üçünü de eşit su koymuş ve üçünün de altını aynı miktarda yakmış. Ve birinci kaba bir havuç, diğerine bir adet yumurta, diğerine ise bir avuç çekilmemiş kahve çekirdeği koymuş. Ve her üçünü de tam 20 dakika pişirmiş. Daha sonra ateşi kesmiş. Sonra masaya 2 tane tabak bir tane de boş bardak koymuş. İlk önce haşlanmış havucu alıp bir bardağa koymuş. Sonra pişmiş yumurtayı diğer tabağa koymuş. Sonra da suya iyice sinmiş ve tam kıvamında kahve görüntüsü olan kahveyi de alıp bir bardağa boşalttıktan sonra kızına dönerek,
-Kızım ne görüyorsun?
-Havuç, yumurta ve kahve…
Kızını masaya iyice yaklaştıran baba bunlara daha yakından bakmasını istemiş kızının şaşkınlığını gören baba anlatmasına devam etmiş…

Havuç haşlandığı için yumuşak bir hal aldı. Yumurta artık pişmekten içi katılaşmış sert bir hale geldi. Kahve ise (bir yudum alarak) harika olmuş. Tadı da çok hoş…

Kız, iyice şaşırarak, “Baba bunu bana niçin gösteriyorsun?” diye sormuş. “Bak” demiş babası hepsi aynı şekil kapta aynı sıcaklıkta, aynı dakika pişti. Fakat hepsi bu etkiye farklı tepkiler verdiler havuç ilk başta sertti, güçlü idi; ama kaynatılınca yumuşadı güçsüzleşti, çözüldü. Yumurta kırılgandı, hafifçe dokunsan çatlayabilirdi; ama kaynatılınca içi sertleşti hatta katılaştı. Bir avuç çekilmemiş kahve işe yine sertti, hepsi birbirine benziyordu. Fakat ısıtılınca ne oldu; bu kahve çekirdekleri, ısındılar, gevşediler ve içinde oldukları suya yayıldılar. Koku yaydılar, tat yaydılar ve suyu “eşsiz tat” da bir kahveye çevirdiler.

Ve kızına “kızım sen hangisisin?” diye sormuş adam zorluklarla karşılaştığın zaman nasıl tepki gösteriyorsun?


Havuç gibi sıkıntılara problemlere rast gelince çözülüyor musun, benliğini koruyamıyor musun? Yoksa yumurta gibi katılaşıyor başta kendin olmak üzere kimseye faydan dokunmuyor mu? Yoksa sen kahve misin? Kendini bitirmek uğruna, kendini ateşe atmak pahasına diğer insanlara mutluluk veren, huzur veren ağızlarına lezzet veren bir sevgi kaynağı mısın? Karar er yavrucuğum bence sen bir kahve ol hayatta. Kahve bulunduğu çevreyi değiştirir, mutluluk soluklarını etrafına yayar. Başkalarının yaşaması uğruna kendini feda et bundan sonsuz mutluluk duy…

Peki siz zorluklar karşısında nasılsınız?

16 Eylül 2013

Borsa Nasıl İşler

Fotoğraf Joel Sartore

Bir zamanlar köyün birine bir adam gelmiş ve tanesi 10$ dan maymun alacağını söylemiş.
Köyde çok maymun olduğu için köylüler sevinçle ormana koşup maymunları yakalamaya başlamışlar.
Adam, binlerce maymunu 10$’dan satın alınca ortalıkta maymunlar azalmış,yakalaması zorlaşmış.
Köylüler tam maymun yakalamak tan vazgeçecekken adam tanesine 20$ vereceğini söylemiş.
Tekrar heveslenen köylüler tekrar maymunları yakalamaya başlamışlar.
Bir süre sonra da fiyatı 25$’a çıkarmış. Ancak bırak yakalamayı, maymuna rastlamak bile çok zorlaşmış.
Bunun üzerine adam fiyatı 50$ a çıkardığını, ancak kendisinin işi olduğu için şehre gitmesi gerektiğini, yardımcısının onun yerine alım yapacağını söylemiş.
O yokken yardımcısı köylülere demiş ki; Şu büyük kafesteki maymunlar var ya ben onların tamamını size tanesi 35$’dan satayım, siz de adam gelince ona 50$’dan satarsınız.
Köylüler bütün birikimlerini bir araya toplayarak bütün maymunları satın almışlar.
Sonra ne adamı ne de yardımcısını bir daha gören olmamış. 

15 Eylül 2013

Şimeterlink




Yıllar önce Avusturya'nın güneyinde büyük bir kasırga meydana gelir. Kasırga hızla insanların yaşadığı alanlara doğru ilerliyor. Bu durum karşısında çaresiz kalan Hint ve Çin devletleri bu milyonlarca insanı yok edebilecek muazzam güce karşı ne yapacaklarını düşünmeye koyulurlar. Ancak beklenmedik bir olay olur ve kasırga Avustralyayı geçtikten sonra okyanusa yönelir ve tüm enerjisini okyanusa boşaltır.






Hint ve Çin devletleri bu kasırganın yön değiştirme sebebini araştırmaya koyulurlar. Bunun üzerine bütün meteorolojistler, fizikçiler ve kimyacılar hepsi seferber oluyorlar: bu devasa kasırganın yön değiştirme sebebini araştırdıklarında görüyorlar ki tam o tarihte Avustralya da ki kelebekler bir yerden bir yere göç ederlermiş.  Bu göç esnasında o kelebeklerin kanatlarının o hafif çırpıntıları birleşerek bu muazzam gücün yön değiştirmesini sağlamış...