28 Eylül 2013

Esaret


Hindistan’da yabani bir fil yavrusu yakalandığında kalın bir zincir ile kalın bir ağaca bağlanırmış.

Yavru fil kaçmaya çalışır, ama kaçamazmış. Zamanla “kaçma” denemelerini de bırakırmış. O ağaçtan hiçbir zaman kurtulamayacağına inanırmış.

Esareti öğrenirmiş yani. Zamanla. Bu aşamada ayağındaki zinciri ağaçtan söküp odun parçasına bağlarlarmış.


Fil nereye gitse hep o odunun peşinden geldiğini görünce hâlâ o ağaca bağlı olduğunu ve hiçbir zaman ağaçtan kurtulamayacağını düşünür ve kaçma girişiminde bulunmazmış.

27 Eylül 2013

Deniz Yıldızının Öyküsü


Bir adam, okyanus sahilinde yürüyüş yaparken denize telaşla bir şeyler atan birine rastlar.
Biraz daha yaklaşınca, bu kişinin, sahile vurmuş denizyıldızlarını denize attığını fark eder ve “Niçin bu denizyıldızlarını denize atıyorsunuz?” diye sorar.
Topladıklarını hızla denize atmaya devam eden kişi , “Yaşamları için.” yanıtını cevap verince, adam şaşkınlıkla , “İyi ama burada binlerce denizyıldızı var. Hepsini atmanıza olanak yok. Sizin bunları denize atmanızı neyi fark ettirecektir.” der.

Yerden bideniz yıldızı daha alıp denize atan kişi, “Bak, onun için çok şey fark etti…” dedi.

26 Eylül 2013

Kendi Çamurumda Kuyruğumu Sallayayım

Tye bir nehrin kıyısında oturmuş, elindeki kamışla balık avlıyordu. O sırada Chu ülkesinin prensinin gönderdiği iki elçi bilgenin yanına geldi.

Elçilerden yaşlı olan:
"Saygıdeğer prensimiz, sizi bir vilayetimize vali tayin etmek istiyor." dedi.

Bilge Tye başını bile çevirmeden balık tutmaya devam etti ve gelenlere şöyle cevap verdi:
"İşittiğime göre, Chu ülkesinin kutsal bir kaplumbağası varmış. Bu kaplumbağa üç bin yaşındayken ölmüş. Prensiniz de bu kaplumbağayı değerli taşlarla süslü bir kafese koyup kutsal mabette saklamaya başlamış. Acaba bu kaplumbağa ölüp bu şekilde cesedine tapılmasını mı isterdi, yoksa canlı olup kendi cinsleri arasında çamurda kuyruk sallamayı mı?"

Yaşlı elçi: "Elbette çamurda kuyruk sallamayı" diye cevap verince

Bilge Tye: "Öyleyse" dedi. "Beni rahat bırakın da kendi çamurumda kuyruğumu sallayayım."

25 Eylül 2013

Kalbimin Haznedârı

Fotoğraf; Mathieu Capdeville

Bir zamanlar Ayaz adlı bir köle varmış. Takdir bu ya, köle bir gün Sultan Mahmud'un kölesi olmuş. Sultan, köleyi taşıdığı asil karakteri sebebiyle çok sevmiş. Derken Sultan'ın öylesine itimadını kazanmış ki bütün sultanlığın haznedârı tayin edilmiş ve en kıymetli ve zarif mücevherler, taşlar ona emanet edilir olmuş.

Bu gelişmeyi gören saraylılar ise durumdan pek rahatsız olmuşlar. Hasetleri ve kibirleri yüzünden sözüm ona basit bir köleye böyle bir mevki verilmesini ve kendi rütbelerine çıkarılmasını bir türlü hazmedememişler. Bu duygular içinde özelikle Sultan yakınlardaysa ondan gün geçtikçe daha çok şikâyet etmeye başlamışlar ve asil ruhlu kölenin itibarını zedelemek için ellerinden geleni yapmışlar.

Sultanın huzurunda bir saraylının bir diğer saraylıya şöyle dediği duyulmuş: "Köle Ayaz'ın sık sık hazineye gittiğini biliyor musun? Aslında her gün gidiyor; hatta izinli günlerinde bile gidip orada saatlerce kalıyor. Onun mücevherlerimizi çaldığından adım gibi eminim" Sultan kulaklarına inanamamış. "İşin aslını kendi gözlerimle görmeliyim" demiş. Böylece o da hazine dairesine gidip Ayaz'ı gözlemek istemiş. Duvara küçük bir delik yaptırıp içinde olanları seyretmeye hazırlanmış.

Ayaz hazine dairesine bir daha ki sefer geldiğinde Sultan dışarıda beklemeye koyulmuş. Kölenin sessizce içeri girdiğini, kapıyı kapattığını ve sandığa gittiğini görmüş. Köle Ayaz, sandığın önünde diz çökmüş kapağı usulca kaldırmış ve içinden bir şey çıkarmış. Orada sakladığı küçük bir bohçaymış bu. Bohçayı öpmüş alnına koymuş ve sonrada açmış. İçinden çıkan köleyken giydiği yırtık pırtık bir elbise!

İşte köle Ayaz saraylı giysilerini çıkarmış bu elbiseyi giymiş ve sonra aynanın karşısına geçmiş. Kendi kendine: "Daha önceleri bu elbiseyi giydiğin zamanlar kim olduğunu hatırlıyor musun?" diye sormuş. "Bir hiçtin sen... Satılacak bir köleydin ve Allah Sultanın eliyle sana rahmetinden belki de hiç hak etmediğin nimetler lütfetti. İşte Ayaz şimdi buradasın ama asla nereden geldiğini unutma! Çünkü mal mülk insanın hafızasını uçurur unutuluşlara sürükler. Şimdi sen de nimetçe senden aşağı olanlara kibirle bakma ve daima hatırla Ayaz hatırla! " Sandığı kapatmış kilitlemiş ve sessizce kapıya doğru yürümüş.

Hazine dairesinden çıkarken birden Sultanla yüz yüze gelmiş. Sultan gözlerini Ayazın yüzüne dikmiş dururken yanaklarından aşağı yaşlar süzülüyormuş ve boğazı öyle düğümlenmiş ki konuşmakta güçlük çekmiş. Sultan Ayaz’a güçlükle şunları söylemil; "Bugüne kadar mücevherlerimin hazinedârıydın ama şimdi... Kalbimin hazinedârısın. Bana benim de önünde bir hiç olduğum kendi Sultanımın huzurunda nasıl davranmam gerektiğini ders verdin"

24 Eylül 2013

Kadılık


Zamanında İmam-ı Azam ile herhangi bir konuda tartışmaya girip de galip çıkan görülmemiştir. Hem derya gibi ilmi, hem de herkese nasip olmayan zekâ ve mantığı sayesinde hepsinden kendisi galip çıkıyordu.

Abbasi Halifesi Me'mun İmam-ı Azam'ı Küfe’ye kadı yapmak istiyordu. İmamı çağırdı ve bu niyetini açıkladı. İmam-ı Azam yönetimin yanlışlıklarına alet olmamak için bu teklifi kabul etmedi.
— Ben kadılık yapamam, dedi.

Halife de herkes de kabul ederdi ki ondan iyi kadılık yapacak bulunamazdı. Bu nedenle Halife sert çıktı:
— Yalan söylüyorsun, sen kadılık yaparsın!

İmam-ı Azam akan suları durduracak şu cevabı verdi: 
— Eğer ben yalan söylüyorsam, yalan söylediğim için kadılık yapamam, çünkü yalancıdan kadı olmaz. Eğer "yapamam" dediğim zaman doğru söylüyorsam, sözümün gereği olarak kadılık yapamam. O halde her iki halde de kadılık yapamam…

23 Eylül 2013

İstişarenin Önemi


Bir gece Medine sokaklarında Halife Hazreti Ömer ve Abdurrahman bin Avf hazretleri gezerken bir evin içinde karışık seslerin geldiğini duyarlar. Biraz yaklaşınca sorar Halife:
-Ey Abdurrahman, bu evin kime ait olduğunu biliyor musun?
Abdurrahman bin Avf , “Bilmiyorum” der.
-Burası Rebia bin Ümeyye’nin evidir. İçindekilerde sarhoşlar, içmişler bağırıp çığırıyorlar. Ne dersin bunlara ne türlü bir ceza uygulayalım? Gecenin bu saatinde bu haldeler…

Abdurrahman bin Avf der ki:
-Bana kalırsa ceza uygulanacak onlar değil biziz! İrkilir Halife.
-“Neden?” diye sorar. Şöyle izah eder büyük sahabe:
-Rabbimiz “İnsanların gizli ayıplarını araştırmayınız”* buyuruyor. Biz ise gecenin bu saatinde evinin içindeki ayıpları araştırıp meydana çıkarmakla meşgulüz. Aslında cezalık işi biz yapıyoruz demektir.
Bunu üzerine düşünmeye başlayan Halife, eline Abdurrahman bin Avf’in eline uzatarak der ki:
-Tut şu elimden bir an evvel buradan uzaklaşalım; yoksa biz onlara değil, onlar bize ceza isteyebilir.
Oradan hızla uzaklaşırken de söylemekten kendini alamaz Halife.
-Allah insanları düşündüren dostlardan mahrum etmesin. Kimseye de kendi kanaatinde ısrarcı eylemesin.

Kendi kanaatini dostlarına kontrol ettirmek ne güzeldir!


* Hucurat Suresi 12. Ayet

22 Eylül 2013

Tarihteki En Önemli Olaylar


Bir zamanlar doğuda çok akıllı ve bilgili bir hükümdar varmış. Bu hükümdar yeryüzünde yaşayan insanlara ilişkin her şeyi bilmek istiyormuş.

Vezirlerini yanına çağırmış ve "Bana dünyadaki tüm ulusların tarihini yazın, geçmişte ve şimdi nasıl yaşadıklarını, neler yaptıklarını, hangi savaşlara katıldıklarını ve çeşitli ülkelerde gelişmiş iş ve sanat kollarını anlatın" diye buyurmuş. Ve onlara beş yıl süre tanımış.

Vezirler önünde saygıyla eğilmişler. Sonra krallıktaki akıllı adamların en akıllılarını bir araya toplamışlar ve hükümdarlarının dileğini iletmişler.
Beş yıl sonra vezirler sarayda tekrar toplanmışlar.
"Büyük hükümdarım, dileğiniz yerine getirildi! Dışarıya bakarsanız isteğinizin karşılandığını görürsünüz..." demişler.

Hükümdar hayretle gözlerini açmış. Sarayın önünde sonu ufukta kaybolan bir deve kervanı duruyormuş. Her devenin sırtında iki dev heybe ve her heybenin içinde de marokenle güzelce kaplanmış on büyük cilt varmış.
"Bu nedir?" diye sormuş hükümdar.
"Bu dünya tarihidir" diye yanıtlamış vezirler. "Buyruğunuz üstüne bilge kişiler beş yıl durmadan çalıştılar!"
"Benimle alay mı ediyorsunuz?" diye kükremiş kral. "Ömrüm bunların onda birini bile okumaya yetmez! Söyleyin kısa bir tarih yazsınlar. Ama tüm önemli olayları içersin."
Ve onlara bir yıl daha süre vermiş.

Bir yıl geçmiş ve yine kervan sarayın önünde durmuş. Bu kez yalnızca on deve boyundaymış ve her devenin sırtında iki heybe, bunların içinde de on cilt kitap varmış.
Kral çok öfkelenmiş.

"Bu güne kadar tüm ulusların yaşadığı yalnızca en önemli olayları yazmalarını söyleyin onlara. Ne kadar süre ister?"

Akıllı adamların en akıllısı öne çıkmış ve "Yarın efendim. İsteğinize yarın kavuşacaksınız" demiş.

"Yarın?" diye yenilemiş hükümdar şaşkınlıkla. "Çok iyi. Ama beni aldatıyorsanız başınızı yitireceksiniz!"

Sonunda mavi gökyüzünde güneş yükselmiş, uyku çiçekleri tüm büyüleyicilikleriyle açmışlar ve hükümdar bilge kişiyi yanına çağırtmış. Yaşlı bilge elinde ufacık bir tahta kutuyla içeri girmiş. "Ey ulu hükümdarım, tüm insanlık tarihinde yaşanmış en önemli olayları burada bulacaksınız." demiş kısık bir sesle.

Kral kutuyu açmış. Kadife bir yastık üstünde küçük bir parça parşömen duruyormuş. Ve orada tek bir cümle yazılıymış:


"Doğdular, yaşadılar ve öldüler."