7 Eylül 2013

Öfkesine Hakim Olamayan Çocuk


Bir zamanlar çok öfkeli ve hırçın bir çocuk vardı. Çocuk, sonradan üzülse de, kolayca öfkelenip hırçın davranışlar göstermekten kendini alamıyordu.
Bir gün yaptığı bir hırçınlığın ardından öfkesi yatışıp üzüntü hissetmeye başladığında, babası bir torba çivi verdi çocuğa. Ve ne zaman sinirlenip hırçınlık yapar ise bu çivilerden birini arka bahçedeki çitlere çakmasını söyledi.
Çocuk, ilk gün otuz yedi çivi çaktı. Daha sonraki günlerde çakılan çivi sayısı gitgide azaldı. Çocuk, öfkesine hâkim olmanın arka bahçeye gidip çivi çakmaktan daha kolay olduğunu zamanla fark etmişti. Sonunda çocuk öfkesine hâkim olur hâle geldi. Gidip durumu babasına sevinç içinde anlattı. Babası, bu defa, kendisini tutabildiği her gün için çivilerden bir tanesini çitlerden sökmesini istedi oğlundan.
Günler, haftalar geçti ve en sonunda çocuk babasına tüm çivilerin bittiği haberini verdi. Bunun üzerine, babası: “Aferin oğlum! İyi iş becerdin ve öfkene hâkim olmayı başardın” dedi ve çocuğu elinden tutup onu çitlerin yanına götürdü. Eliyle çitlerdeki delikleri göstererek:

“Ama şu çitlerdeki delikleri görüyor musun? İşte o çitler bir daha asla aynı olmayacaklar” diye ekledi. Öfkelenip de kötü sözler söylediğin veya kötü hareketler sergilediğin zaman, insanların kalplerinde işte bu çitlerde gördüğün gibi delikler açmış olursun. Ardından özür de dilesen o yaranın izi orada kalır Onun için, özür diler hallederim diye düşünmek yerine, sonradan özür dilemek zorunda kalacağın hareketler yapmamaya çalışmalısın.”

6 Eylül 2013

Yaşamak Yapılan İyiliklerle Ölçülür


Öykü, yüzyıllar önce gözlemlenen bir olayı anlatır. Bir derviş, araştırma yapmak için bir köye gitmişti. Önce o köyün mezarlığına gitti. Çünkü kültürlerin, yaşam kalitesinin böyle yerlerde gizli olduğuna inanıyordu. Gözleri, mezar taşlarındaki rakamlara takıldı. Mezar taşlarında 5, 522, 386, 12.532, 4979, 7 gibi birbirleriyle hiç de bağlantısı olmayan rakamlar vardı. Uzun uzun düşündü derviş; fakat bu rakamların sırrını çözemedi.

Derviş, köyün en bilge kişisine gitti ve ona bu rakamların anlamını sordu ve devam etti: "Bu rakamlar saat midir, ay mıdır, yıl mıdır? Ne anlatır bu rakamlar Allah aşkına?"

Bilge kişi gülümseyerek, "Bizler bebeklerimiz doğduğu zaman, bellerine bir ip bağlarız." dedi, "Hayatı boyunca yaptığı her iyilik için o ipe bir düğüm atarız. İnsanlar öldükten sonra da belindeki düğümleri sayar, düğümlerin sayısını mezar taşına yazarız."

Bilge kişi karşısındaki dervişin bir şey anlamadığını görünce açıklamasını sürdürdü: "Böylece onun, ne kadar yaşamış olduğunu anlarız. Çünkü aslında yaşamak insanlara yapılan iyiliklerle ölçülür."

Düşünün ki bizim belimizde de bir "ip" var.

Ölünce acaba kaç düğüm çıkar bizim ipimizden?

5 Eylül 2013

Bir Ceylan Uyanır Afrika'da


Bir Ceylan Uyanır Afrika'da
Sabah bir ceylan uyanır Afrika’da. 
Kafasında tek bir düşünce vardır.
En hızlı koşan aslandan daha hızlı koşabilmek,
Yoksa aslana yem olacaktır.

Her sabah bir aslan uyanır Afrika’da.
Kafasında tek bir düşünce vardır.
En yavaş koşan ceylandan daha hızlı koşabilmek,
Yoksa açlıktan ölecektir.

İster aslan olun,
İster ceylan olun hiç önemi yok.
Yeter ki güneş doğduğunda koşuyor olmanız gerektiğini,
Hem de bir  önceki günden daha hızlı koşuyor olmanız gerektiğini bilin.

Yaşam adlı koşuyu ne kadar güzel anlatmış Afrika atasözü,
Bir önceki günden daha hızlı koşmak gerekmektedir.
Çünkü eğer aslansanız
Ve en yavaş koşan ceylanı bir önceki gün yakalamışsınız...
Ve bugün başka bir ceylan yakalamak niyetindeyseniz,

Artık bilmelisiniz ki en yavaş ceylan sizden daha hızlıdır.
O halde düne göre hızınızı arttırmanız gerekmektedir.
Yok, eğer ceylansanız
Ve henüz aslana yem olmamışsanız
Hızınızı düne göre mutlaka arttırmalısınız,
Çünkü sıra size gelmiş olabilir.

Yani…
Hayat koşusunda, devam edebilmenin tek koşulu var…
Dünden daha hızlı olabilmek…
Bakın bakalım şimdi kendi kendinize…
Ondan, şundan, bundan değil “dünden” hızlı mısınız?

4 Eylül 2013

Tarlanın Kazılması Lazım


Nebraska'da yaslı bir adam yaşardı. Patates ekini için bahçeyi bellemesi gerekiyordu, lakin bu çok zor bir isti. Tek oğlu olan David ona yârdım edebilirdi fakat o da hapisteydi. Yaşlı adam oğluna bir mektup yazdı ve derdini anlattı.

Sevgili David, Patates bahçemi belleyemeyeceğimden kendimi çok kötü hissediyorum. Bahçeyi kazmak için oldukça yaşlanmış sayılırım. Burada olsan bütün derdim bitecekti. Biliyorum ki sen bahçeyi benim için hallederdin.
Sevgiler Baban

Bir kaç gün sonra oğlundan bir mektup aldı

Babacığım, Tanrı aşkına bahçeyi kazma, ben oraya cesetleri gömmüştüm. 
Sevgiler David

Ertesi gün sabaha karşı 4'de FBI ve yerel polis çıkageldi ve tüm sahayı kazdı lakin hiç bir cesede rastlamadılar. Yaşlı adamdan özür dileyerek gittiler. 

Aynı gün yaşlı adam oğlundan bir mektup daha aldı.

Babacığım, Simdi patatesleri ekebilirsin. Bu şartlarda yapabileceğimin en iyisini yaptım. 

Sevgiler David...

3 Eylül 2013

Hz. Osman

 

Küfe’de bir adam üçüncü Halife Hz. Osman için "Yahudi’ymiş" diye tutturmuştu. Herkes bunun asılsız olduğunu, imkânsız olduğunu söylüyor ama adam bir türlü ikna olmuyordu. Bu konu İmam-ı Azam'a da duyuruldu. "Adamı bu saçma inancından kimse caydıramadı, sununla bir de siz görüşseniz" dendi. "Hay, hay" dedi İmam-ı Azam, bir akşam bu kıza dünürlüğe diye adamın evine gitti. Dereden tepeden konuştuktan sonra sözü esasa getirdi: 
—Biz Allah'ın emri, Peygamberin kavliyle kızına dünür geldik.
—Kime istiyorsunuz kızımı, öğrenebilir miyim?
—Kızını istediğimiz kimse son derece ahlâklı, dürüst çok zengin ve alabildiğine cömert, Kuran’ı ezbere biliyor ve sürekli okuyor... (Bunların hepsi Hz. Osman'ın nitelikleri)
Adam sözünü kesti:

—Yeter, bunlardan bir tanesi bile kızımı vermek için yeterli meziyettir.
—Ama bu damat adayının bir kusuru var, kendisi Yahudi.
—Adam parladı:
—Nasıl olur, benim kızımı bir Yahudi’ye istersiniz?
İmam-ı Azam için artık taşı gediğine koymanın zamanı gelmişti:
—Sen bir kızını Yahudi’ye vermezsin de Hz. Peygamber iki kızını birden bir Yahudi’ye nasıl verir? Deyince adamın artık bir inat ve itiraza mecali kalmadı, bilinen gerçeği kabul etti.

Not; Hz. Osman Peygamberimizin damadıydı, önce bir kızıyla evlenmiş, o ölünce diğer bir kızıyla evlenmişti. Bunun için Hz. Osman'a “Zi’nNureyn” / “İki nur sahibi” denmiştir.

Bu kıssadan öncelikle çıkartmamız gereken bir ders daha var ki o da eş seçmede aramamız gereken kriterlerdir. Eş seçerken aranması gereken kriterleri Kuran-ı  Kerimde aşağıdaki gibi ifade edilir. 

"Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler de kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara layıktır. O temiz olanlar iftiracıların söyledikleri şeylerden uzaktırlar. Onlar için bir bağışlanma ve bolca verilmiş iyi bir rızık vardır." ﴾Nur Suresi 26. Ayet﴿

Bu ifadenin dışında Resulullah'ın yaşamından da örnekler incelenmelidir.

2 Eylül 2013

Sabırla Çalış, Başarıyı Yakala


“Aklı kesmek” deyimini duymuşsunuzdur… Bu, bir işe girişmeden önce, onu yapmak akıl gücünün ve kabiliyetlerinin elverişli olup olmadığım tartmak ve hesaplamak gerektiğini belirtmek için söylenen bir deyimdir.

Bilindiği gibi, halk arasında Lokman Hekim diye ün salan meşhur bilgin ve filozof Ebu Ali Hüseyin İbn Sina aslen Belh şehrine yerleşmiş bir Türk ailesinin çocuğudur. Samani Devleti’nin başkenti olan Buhara yakınlarındaki Efşene kasabasında doğdu. On yaşında Kur’an’ı ezberledi, 18 yaşına kadar devrinin bütün bilimlerini okuyup en yüksek dereceyi buldu. En çok tıp dalına merak etti. Yüzden fazla eseri olup Doğu ve Batı dillerinin hepsine tercüme edilmiştir. Eserlerin pek çoğu tıp, fizik ve astronomiye aittir. İbn Sina, tahsil hayatının ilk çağlarında riyaziye denilen matematik derslerini pek kavrayamamıştı.

Bir gün kırda gezerken bir kuyu gördü. Kuyunun ağzında mermerden oyulmuş, çember şeklinde bir bilezik vardı. Kuyu ağzının büyüklüğüne göre yapılmış ve konulmuş olan bu taşa dikkatle baktı, mermer bileziğin iç tarafları, kova ipinin sürtüşmesiyle sanki oluk oluk oyulmuş ve kesilmiş gibiydi. Kovanın bağlı bulunduğu urgan, kuyu dibine her iniş ve çıkışta bu mermere sürte sürte onu aşındırmış ve nerede ise kesecek kadar derin oluklar vücuda getirmişti… Büyük bilgin daha çocuk yaşta idi, fakat bu olay ona çok tesir etmişti. Derin derin düşündü ve şöyle dedi: Urgan gibi yumuşak bir cisim nasıl oluyor da mermer gibi en sert ve çetin bir taşı böyle kesiyordu?

Demek ki herhangi bir işte azmetmek, çaba harcamak, sabır, sebat ve direniş göstermek başarının temeliydi.

‘Urgan mermeri nasıl kesmiş ise, benim aklım da matematik derslerini aynı şekilde ve zaman harcayarak kesebilir.’ diye düşünen İbn Sina o günden sonra matematik derslerine büyük bir sebat ve dikkatle sarıldı ve sonunda muvaffak olup eserler yazdı.

Bir rivayete göre dilimizdeki “Aklın kesiyor mu?” deyiminin de bu olaydan geldiği söylenmektedir.

1 Eylül 2013

Problem Nerede?

Fotoğrafda ki Yer Japonya

5 yaşında idim. Rahmetli babaannem pirinç ayıklıyordu. Bir tane yere düştü. Babaannem eğildi, aramaya başladı. Sağa bakıyor, sola bakıyor, bulmaya çalışıyordu.
Çocukluk iste,
    Aman babaanne dedim.
— Bir pirinç tanesi için bu kadar caba harcamaya, yorulmaya değer mi?

Rahmetli ilk defa sertleşti bana karşı, öfkeyle doğruldu.
—Sen oturduğun yerden ahkâm kesiyorsun. Hiç pirinç üretilirken gördün mü? İnsanlar ne kadar zorluk çekiyorlar. Bir pirinç tanesinde kaç insanın göz nuru, alın teri, emeği, çilesi var biliyor musun?'
Utancımdan kıpkırmızı olmuştum.

Aradan yıllar geçti. Hukuk Fakültesinde öğrenciyim.
Alain'in Proposlarini okuyorum. Birden irkildim. Babaannemi hatırladım. Alain, bir insan yerde bir iğne görüp de eğilip almazsa, bütün uygarlığa karşı ihanet etmiş olur diyordu. İlave ediyordu. Bir iğnenin üretiminde binlerce insanın alın teri, göz nuru, el emeği vardır diyordu.

On dokuz yıl evveldi. Stockholm'e gitmiştim. Bir otele indim.
Geceydi. Sabahleyin, tras olmak için lavaboya gittiğimde, aynanın yanında ilginç bir not gördüm. 'Lütfen trasdan sonra jiletinizi çöpe atmayın, yanda bir kutu var oraya bırakın, bir tek jiletle dahi olsa, İsveç çelik sanayisine yardımcı olun' diyordu.

Doğrusu hayretler içinde kaldım. Çocukluğumdan beri çelik eşya denince akla İsveç çeliği gelir. Birçok eşya üzerinde 'İsveç çeliğinden yapılmıştır' diye yazardı. İste o ülke, kullanılmış bir tek ufacık jiletin bile çöpe gitmesini istemiyor, ona sahip çıkıyor, gelen turistlere rica yollu uyarıda bulunuyordu.
İsviçre'de zaman, zaman, belli dönemler de radyolar, televizyonlar bir haberi duyurur. 'Şu tarihte, su saatte, adamlarımız gelecek. Siz lütfen hazırlığınızı yapın. Okumadığınız, ilgilenmediğiniz, kullanmadığınız ne kadar kitap, dergi, gazete varsa, kâğıt, ambalaj, kutu varsa, velev ki, bir ilaç tarifesi dahi olsa, kapının önüne koyun. İsviçre'nin kalkınmasına yardımcı olun. Fazla ağaç ziyanına engel olun.'

Japonlar son derece sade, basit, yalın mütevazı yasayan insanlardır.
Evlerini mobilya ile eşya ile dolduranlar Japonlara göre ruhen tekâmül edememiş, hayatın manasını anlayamamış, zavallı kimselerdir.
Böyleleriyle; evini mezat salonuna çevirmiş zavallı, diye eğlenirler. Bir insanin gösteriş için eşyanın esiri olması ne kadar acıdır. Vaktiyle Japon ekonomisi darboğazdan geçiyor. İç borçlar, dış borçlar gırtlağı aşıyor.
Zamanın başbakanı meclisi toplar.
Kürsüye çıkar.
Durumu olanca açıklığı ve tehlikeleri ile anlatır ve
—Şu andan itibaren der,
—Tanrı şahidim olsun ki, Japonların iç ve dış borçları son kuruşuna kadar ödenmeden, pirinçten başka bir şey yemeyeceğim.
—Şu üstümdeki elbiseden başka elbise giymeyeceğim.
Dediklerini yapar, en üstten en alta bir israftan kaçınma kampanyası açılır. Japonya bütün borçlarını öder. Bu durumun toplumun bütün kesimlerini, tek istisna olmadan kapsadığını söylemeye gerek yok.

Bir mıh bir nalı kurtarır.
Bir nal bir atı, bir at bir komutanı,
Bir komutan bir orduyu,
Bir ordu bir ülkeyi kurtarır diyordu...


Maddi durumumuz ne olursa olsun, ister zengin olalım ister fakir, hepimiz çok dikkatli olmak zorundayız. Burada parayı da, maddiyatı da aşan büyük bir edep ve incelik vardır.