Kitap: Kuğunun Son Şarkısı
Yayınevi: Kapı
Keşfedilmeyi beklenen güzel bir Türkçe
var. Tıpkı arkeologların toprağı kazması gibi bizimde fikrimizi eşelememiz,
dilimizdeki ifadeleri incelememiz ve kendimize zengin bir dil hazinesi
çıkartmamız gerekiyor.
Kuğunun Son Şarkısı kitabını okurken fark ettim ki Şeyh Galip
amenna ama ben Beşir Bey’in bile dilini anlamakta zorlanıyorum. Kuğunun son
şarkısında güçlü bir Türkçe kullanarak Şeyh Galip gibi bir kuğunun hikayesini
anlatıyor.
“Kaknus güzel fakat acayip bir kuştur.
Yeri yurdu da Hindistan’dadır. Uzun, kuvvetli bir gagası vardır. O gagada ney
gibi birçok delikler bulunur. Yüze yakın delik vardır. Sonra da kuşun eşi de
yoktur; tektir bu kuş! Gagasındaki her delikten başka türlü ses çıkar; her
sesten de başka bir nağme duyulur. Bütün kuşlar susarlar. Onun sesinin
güzelliğinden hepsinin de aklı başından gider. Bir filozof vardı; bir müddet
onu inceledi ve müzik bilgisini onun sesini taklit ederek meydana
getirdi.
Bu kuşun ömrü bin yıla yakındır. Öleceği
vakti bilir. Öleceğini anlayıp da kendisinden ümidi kesti mi çalı çırpı toplar,
onları çepe-çevre yığar. Tam ortasına da kendisi geçer, yüzlerce türden başka çeşit
bir derli nağme çıkar. Hem feryad eder hem de ölüm derdinden gazel yaprağı gibi
titrer. Onun feryadını duyup işiten bütün kuşlar, onun coşkunluğunu gören bütün
yırtıcı hayvanlar, karşısında düşüp ölürler. Hepsi onun ağlamasına ağlar; bir
kısmı da dermansız, takatsiz bir hale düşüp ölür gider. Onun bu ölüm günü
acayip bir gündür. Gönüller yakan feryadından âdeta gönüllerden kanlar damlar.
Nihayet bir soluk ömrü kalınca şiddetle kanatlarını çarpar. Kanadından bir
kıvılcım sıçrar; alev alır, ateşlenir. O ateş çevresindeki çalı çırpıyı
tutuşturur; bu suretle tamamıyla yanar gider. Külde bir zerre bile ateş
kalmayınca o külden başka bir kaknus kuşu meydana gelir. Hiç kimseye böyle bir
şey nasip olur mu? Öldükten sonra doğsun yahut doğursun!” Feridüddin Attar’ın
Mantıku’l - Tayr adlı eserinden alınan bu hikaye güçlü bir imge oluşturur.
Kaknus edebiyatın oluşturduğu hayali bir kuştur. Ancak edebiyat güçlü bir imge
olarak bize hayran olunası bir güzellik sunar. Tıpkı yukarıdaki hikaye gibi
Galip’de hayatının sonuna doğru bıraktığı eserlerle tüm diğer edebiyatçıların
hayran bakışlarını toplar.
Beşir Ayvazoğlu, Feridüddin Attar’ın
oluşturduğu kaknus kuşunun hayat döngüsünü Şeyh Galip’in hayatına uyarlar. Ve
arka kapaktaki yazı; “Hüsn-ü Aşk, kuğunun, yani medeniyetimizin son güzel
şarkısıydı. Gâlip bu şarkıyı Sultan III. Selim, Hattat Mustafa Râkım ve Dede
Efendi’yle birlikte söyledi ve sustu. Söz artık “Nasıl bu taze maârifle eskiler
âlayim” (yeninin bilgisiyle eskiden daha marifetli nasıl olayım) diyenlerdeydi.
Ancak, beş yüz yıllık birikimiyle karılarında ber heyula gibi duran ve
inanılmaz zenginliklere sahip olan divan şiiri, Gâlib’in getirip bıraktığı
parıltılı noktada hâlâ gözleri kamaştırıyordu. Bu şiirin asla ölmeyen bir
tarafı vardı; şiirimizin damalarında bir usare gibi, Tanzimat şairlerinin pek
farkına varamadıkları bir alışkanlıkla, fırsat bulur bulmaz yepyeni bir
hayatiyetle gün ışığına çıkmak üzere dolaşıyordu. Bu saf şiir usaresi Şeyh
Galip şiirinin imbiğinde damıtılmıştı.”
Sadece Şeyh Galib’in hayatını değil
Türkçe’ye dair eksikliklerimizi de anlamamıza yardımcı olacağını düşünüyorum.
Keyifli Okumalar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yaptığınız için teşekkür ederim.