12 Ekim 2013

Son Konuşma - Randy Rausch & Jeffrey Zaslow

Kitap: Son Konuşma
Yazarlar: Randy Rausch & Jeffrey Zaslow
Yayınevi: Butik Yayınları


            Aileme; "Duvarıma bir şeyler boyamak istiyorum." dedim.
            "Ne gibi" diye sordular.
            "Benim için önemli olan şeyler." diye yanıtladım. "Düşündüğüm şeyler güzel görünecek. Sizde göreceksiniz..."
            Bu açıklama babama yeterli olmuştu. Onun bu yanı mükemmeldi. Sadece gülümseyerek yaratıcı yanımızı teşvik ederdi. Heyecan parıltılarımın, havai fişeklere dönüşümünü izlemeye bayılırdı.
            Profesör Rand, ailesinin onayıyla odasındaki duvarına yapmak istediği ve gerçekleştirmek istediği tüm hayallerini boyamaya koyuldu. Büyüdü ve hayatı duvarlardan taşıp, daha büyük alanlara uzandı. Bir profesörlük serüvenini ve aynı zamanda bir kanser hastasının hayata bıraktığı bu güzel eser için bende sizden müsaade istesem ve sizi onunla tanıştırsam;  "Size iyi bir dost olacak"...
            Profesör Rand Raunsch karnının üzerindeki hafif ağrılar hissetmeye başlar ve doktora gider. Daha sonralarında sarılık baş gösterir ve doktorlar Hepatit olduğunu düşünür. Ancak pankreas kanseri olduğunu öğrenmesi uzun sürmez. Doktorların müdahaleleri ve pankreas kanserinin diğer kanserlere göre daha zor mücadele edilen özelliği dolayısıyla, Profesör Raunsch için kısa bir süre kalmıştır. Öğretmenlik yaptığı üniversitede bir son konuşma ile artık vedalaşma vaktinin geldiğini kendisi de bilmektedir.
            Ancak Rand; bu son konuşmayla çocuklarına vefat ettikten sonra da babalarını tanıyabilecekleri bir sunum yapmaya çalışır. Aynı zamanda bu sunum öğrencileriyle de vedalaşma sunumudur. Kitapta Profesör genel bir hayat kanunuyla başlar "Mühendislik, kusursuz çözümler bulmak değil, sınırlı kaynaklarla elinizden gelenin en iyisini yapmaktır." Çocuklarına kurallarından, başarılarından, bilgisinden daha çok hayallerini miras bırakmak istiyordur.
            Hayatında baba kavramını "Hemen her gün, insanlara babamdan duyduğum şeyleri söylerim. Bunun bir sebebi, kendi bildiklerinizi sunarsınız. Ben de her fırsatta babamdan duyduklarımı aktarmak istiyorum." diyerek açıklar... Çocuklarıyla olan büyük hayallerini gerçekleştirmeye vakti kalmamıştır. Ancak Rand vazgeçmez ve Amerikan Futbol Hocası Graham'ın dediği o etkileyici cümlelerle farklı bir ufuktan bakar...
            "Dokuz yaşımdayken Amerikan Futbolu oynamaya başladım ve futbol bana yardımcı oldu. Bugün olduğum kişi olmamı sağladı. Ulusal Futbol Ligine (NFL) ulaşamasam da, bazen bu hayale ulaşamamaktan, ona erişememiş olmaktan, eriştiğim pek çok hayalime göre daha fazla şey kazandığımı düşünüyorum.
            İlk antrenmanımız da sahada hiç top yoktu, biz ise meraklı gözlerle bakıyorduk. Ve Koç Graham açıkladı "Topa ihtiyacımız yok."
            Bir sessizlik oldu, biz tam bunu düşünürken... "Bir futbol takımında sahada kaç kişi vardır?" diye sordu. "Bir takımda 11 kişi, sahada ise iki takımdan toplamda 22 kişi vardır."
            "Ve belirli bir süre içinde, kaç kişi topa dokunabilir?"
            "Sadece bir kişi!"
            "Doğru" dedi. "O yüzden şimdi biz, diğer yirmi bir kişinin yaptığını yapacağız..."
            Hayatındaki her yaşanılandan bir ders çıkarmayı başarmış, kişiliğini çıkarttığı bu edinimlerle bütünlemiş Rand Pausch'ın yaşamını en başından öğrenmeye ne dersiniz... 
            Kitap 240 sayfa ve bir profesörün hiçbir kalıp bilgisiyle karşılaşmıyorsunuz. Sizde hayallerinizi ufak bir kağıda yazıp onu gerçekleştirmeye çalışın.
            Unutmayın ki "Dünyadaki tüm gerçekler sınırlıdır. Sizleri sınırsızlaştıran ve özgürleştirecek olan hayallerinizdir."


            Keyifli Okumalar... 

Kelimelerin Önemi






Konfüçyüs’e sordular:

-Bir memleketi yönetmeye çağrılsaydınız ilk işiniz ne olurdu?

Büyük filozof şöyle cevap verdi:

-Hiç şüphesiz, dili gözden geçirmekle işe başlardım.

Ve dinleyenlerin hayret dolu bakışları karşısında sözlerine devam etti:


-Dil kusurlu olursa, sözcükler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılmazsa, yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Ödevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilmez. İşte bunun içindir ki, hiç bir şey dil kadar önemli değildir.

11 Ekim 2013

Kuğunun Son Şarkısı - Beşir Ayvazoğlu

Kitap: Kuğunun Son Şarkısı
Yazar: Beşir Ayvazoğlu
Yayınevi: Kapı

Keşfedilmeyi beklenen güzel bir Türkçe var. Tıpkı arkeologların toprağı kazması gibi bizimde fikrimizi eşelememiz, dilimizdeki ifadeleri incelememiz ve kendimize zengin bir dil hazinesi çıkartmamız gerekiyor.
Kuğunun Son Şarkısı kitabını okurken fark ettim ki Şeyh Galip amenna ama ben Beşir Bey’in bile dilini anlamakta zorlanıyorum. Kuğunun son şarkısında güçlü bir Türkçe kullanarak Şeyh Galip gibi bir kuğunun hikayesini anlatıyor.


“Kaknus güzel fakat acayip bir kuştur. Yeri yurdu da Hindistan’dadır. Uzun, kuvvetli bir gagası vardır. O gagada ney gibi birçok delikler bulunur. Yüze yakın delik vardır. Sonra da kuşun eşi de yoktur; tektir bu kuş! Gagasındaki her delikten başka türlü ses çıkar; her sesten de başka bir nağme duyulur. Bütün kuşlar susarlar. Onun sesinin güzelliğinden hepsinin de aklı başından gider. Bir filozof vardı; bir müddet onu inceledi ve müzik bilgisini onun sesini taklit ederek meydana getirdi. 


Bu kuşun ömrü bin yıla yakındır. Öleceği vakti bilir. Öleceğini anlayıp da kendisinden ümidi kesti mi çalı çırpı toplar, onları çepe-çevre yığar. Tam ortasına da kendisi geçer, yüzlerce türden başka çeşit bir derli nağme çıkar. Hem feryad eder hem de ölüm derdinden gazel yaprağı gibi titrer. Onun feryadını duyup işiten bütün kuşlar, onun coşkunluğunu gören bütün yırtıcı hayvanlar, karşısında düşüp ölürler. Hepsi onun ağlamasına ağlar; bir kısmı da dermansız, takatsiz bir hale düşüp ölür gider. Onun bu ölüm günü acayip bir gündür. Gönüller yakan feryadından âdeta gönüllerden kanlar damlar. Nihayet bir soluk ömrü kalınca şiddetle kanatlarını çarpar. Kanadından bir kıvılcım sıçrar; alev alır, ateşlenir. O ateş çevresindeki çalı çırpıyı tutuşturur; bu suretle tamamıyla yanar gider. Külde bir zerre bile ateş kalmayınca o külden başka bir kaknus kuşu meydana gelir. Hiç kimseye böyle bir şey nasip olur mu? Öldükten sonra doğsun yahut doğursun!” Feridüddin Attar’ın Mantıku’l - Tayr adlı eserinden alınan bu hikaye güçlü bir imge oluşturur. Kaknus edebiyatın oluşturduğu hayali bir kuştur. Ancak edebiyat güçlü bir imge olarak bize hayran olunası bir güzellik sunar. Tıpkı yukarıdaki hikaye gibi Galip’de hayatının sonuna doğru bıraktığı eserlerle tüm diğer edebiyatçıların hayran bakışlarını toplar.



Beşir Ayvazoğlu, Feridüddin Attar’ın oluşturduğu kaknus kuşunun hayat döngüsünü Şeyh Galip’in hayatına uyarlar. Ve arka kapaktaki yazı; “Hüsn-ü Aşk, kuğunun, yani medeniyetimizin son güzel şarkısıydı. Gâlip bu şarkıyı Sultan III. Selim, Hattat Mustafa Râkım ve Dede Efendi’yle birlikte söyledi ve sustu. Söz artık “Nasıl bu taze maârifle eskiler âlayim” (yeninin bilgisiyle eskiden daha marifetli nasıl olayım) diyenlerdeydi. Ancak, beş yüz yıllık birikimiyle karılarında ber heyula gibi duran ve inanılmaz zenginliklere sahip olan divan şiiri, Gâlib’in getirip bıraktığı parıltılı noktada hâlâ gözleri kamaştırıyordu. Bu şiirin asla ölmeyen bir tarafı vardı; şiirimizin damalarında bir usare gibi, Tanzimat şairlerinin pek farkına varamadıkları bir alışkanlıkla, fırsat bulur bulmaz yepyeni bir hayatiyetle gün ışığına çıkmak üzere dolaşıyordu. Bu saf şiir usaresi Şeyh Galip şiirinin imbiğinde damıtılmıştı.”
Sadece Şeyh Galib’in hayatını değil Türkçe’ye dair eksikliklerimizi de anlamamıza yardımcı olacağını düşünüyorum.
Keyifli Okumalar.



Farkında Mısınız?

Mallarımız arttı, keyfimiz azaldı.
Daha büyük evlerde, ama daha küçük ailelerle yaşıyoruz.
Konforumuz arttı ama zamanımız daraldı.
Diplomamız bol ama sağduyumuz az.
Uzmanlıklar arttı ama sorunlar çoğaldı.
İlaçlar çoğaldı, hastalıklar arttı.
Çok para harcıyoruz ama az gülüyoruz.
Akşam geç yatıyor, sabah yorgun kalkıyoruz.
Az kitap okuyor, çok televizyon seyrediyoruz.
Çok konuşuyor ama az gönül veriyor ve bol yalan söylüyoruz.
Para kazanmayı öğrendik ama yuva kurmayı beceremedik.
Aya kadar gidip dönmeyi biliyoruz ama komşumuza uğramak için karşı sokağa geçmiyoruz.
Uzaya ulaştık ama kendi iç derinliklerimizden habersiziz.
Havayı temizledik ama ruhları kirlettik.
Atomu parçaladık, ön yargılarımızı yıkamadık.
Çok yazıyor ama az gelişiyoruz.
Daha çok plan yapıyor ama daha az sonuç alıyoruz.
Acele etmeyi öğrendik ama sabırlı olmayı asla.
Gelirimiz arttı, karakterimiz zayıfladı.
Tanıdıklar çoğaldı ama dostlar eksildi.
Çabalar arttı ama mutluluklar azaldı.
Daha mutlu olmak için somurtarak çalışıyoruz.
Varlığımızı arttırdık ama değerlerimizi yitirdik.
Ve nihayet: Hayata yıllar ekledik, yıllara hayat katamadık.

10 Ekim 2013

İki Şey

 
İki şey “Kalitesiz İnsanın” özelliğidir :
1- Şikâyetçilik
2- Dedikodu  

İki şey kişiyi gözden düşürür:
1- Demagoji (Laf kalabalığı)
2- Kendini ağıra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek)  

İki şey insanı 'Nitelikli İnsan' yapar:
1- İradeye Hâkim Olmak
2- Uyumlu Olmak  

İki şey 'Ekstra Değer' katar:
1- Hitabet ve diksiyon eğitimi almak
2- Anlayarak hızlı okumayı öğrenmek

İki şey gelişmeyi engeller:
1- Aşırılık (mübalağa, abartı, ifrat, tefrit)
2- Felakete odaklanmış olmak  

İki şey çözüm getirir:
1- Tebessüm (gülümseme)
2- Sükut (susmak)

İki şey geri bırakır:
1- Kararsızlık
2- Cesaretsizlik  

İki şey milyonlarca insandan ayırır:
1- Sorunun değil, çözümün parçası olmak
2- Hayata ve her şeye yeni (özgün, orijinal, farklı) bakış açısıyla yaklaşabilmek

9 Ekim 2013

İyisini Bilirim



Bir gün genç bir yazar Neyzenin yanına gelir ve ona bir roman yazdığını söyler. Neyzenden bu kitabı okuyup fikir vermesini ister. Neyzen ilk başta bu teklifi geri çevirir ama genç yazarın ısrarlı tutumu sonrasında kabul eder.

Aradan bir zaman geçer. Neyzen ile genç yazar bir yerde karşılaşır. Genç yazar büyük bir heyecanla Neyzene kitabını nasıl bulduğunu sorar.

Neyzen cevap vermek istemez ama yazar ısrar eder. Her zaman doğruyu söylemekten çekinmeyen Neyzen yine aynı tavırı sürdürür ve

-Kitabını hiç beğenmedim. Sen bence yazarlığı bırak başka iş yap.

-Genç yazar hiç beklemediği bir eleştiri almıştır ve kızmıştır. Neyzene; “Sen kitaptan ne anlarsın! Bir tane bile kitap yazdın mı ki!” der...

Neyzen sakin bir tavırla cevap verir;

Evet haklısın ben hiç kitap yazmadım. Lakin hiç yumurtlamadım ama yumurtanın iyisini de bilirim...

8 Ekim 2013

Kalp




19. yüzyılın büyük İngiliz ressamlarından William Holman Hunt’ın, bir bahçeyi tasvir eden  bir tablosu Londra Kraliyet Akademisi’nde sergileniyordu.

Hunt’ın; “Kâinat Işığı” adını verdiği bu tabloda geceleyin elinde bir fenerle bahçede duran filozof kılıklı bir adam görülüyordu. Adam, serbest kalan eliyle bir kapıyı vuruyor ve içeriden bir cevap bekler gibi görünüyordu. Tabloyu tetkik eden bir sanat eleştirmeni Hunt’a dönerek:

- “Güzel bir tablo doğrusu, ama   manasını bir türlü  kavrayamadım.” dedi. Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı? Ona kapı kolu takmasını unutmuşsunuz da...” Hunt gülümsedi ve ekledi: 


- “Adam alelade bir kapıya vurmuyor ki... Bu kapı, insan kalbini simgeliyor...  Ancak içerden açılabildiği için dışında kola ihtiyacı yoktur.”



Fotoğraftaki Resim
William Holman Hunt
Light of the World

7 Ekim 2013

Şapka - Bakış Açısı


İki şapka üreticisi şirket ise yeni aldıkları iki pazarlamacı delikanlıyı Afrika’ya göndermişler.

Birinci delikanlı kısa süre sonra merkeze su mesajı göndermiş:

-Burada kimse şapka giymiyor. Satış olasılığı yok!


İkinci delikanlının mesajı şöyleymiş:

-Burada kimsenin şapkası yok. Satış imkanı çok!

6 Ekim 2013

Sevgiyi Yaşayanlar


Bir gün sormuşlar bilgelerden birine: Ey bilge insan! Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne gibi fark vardır diye.
“Bakın göstereyim.” demiş bilge.

Önce sevgiyi dillerden gönüllerine indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuş yerlerine. Derken, derviş tabaklar içinde sıcak çorbalar ve arkasından da kaşıkları getirmiş. Fakat kaşıkların boyu 1 metre imiş...

Ermiş, “Bu kaşıkların ucundan tutup öyle içeceksiniz çorbanızı.” diye bir şart koymuş.

Peki demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar öylece aç kalkmışlar sofradan.

Bunun üzerine “Şimdi” demiş ermiş; Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe. “Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmişler, onlar oturmuş sofraya bu defa. “Buyrun” deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.


“İşte” demiş ermiş; “Kim bu hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim kardeşlerini düşünür de doyurursa, o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. Kesinlikle şunu da unutmayın! Hayat pazarında alan değil, veren kazançtadır daima.”