Bağdatta, büyük âlim
Abu Hanife’nin ayakkabı tamircisi bir komşusu vardı. Bu adam, çok içki
içiyordu. Bütün gece sarhoş olana kadar içerdi, sonra kendini kaybeder, ne
söylediğini ve ne yaptığını bilmez hale gelirdi. Bir ayakkabı tamircisi iken,
sarhoş olunca kendisini, savaş meydanlarının bileği bükülmez büyük savaşçısı
zanneder; “Hey! Hey! Bu savaş meydanlarının kahramanı benim, bana iyi bakın”
diye bağırır dururdu. Çünkü içki bütün düşünce dengesini bozardı. Sabahlara
kadar bu sözleri avazı çıktığı kadar bağırır dururdu. Tabii ki bu durum, bütün
mahalle halkının rahatını kaçırır, uykularını dağıtır, gecelerini zehir ederdi.
Bu durumdan en çok
rahatsız olan da ayakkabı tamircisinin en yakın komşusu büyük alim İmam-ı Azam
idi. O, gecenin bu sessiz saatlerini ilim öğrenmek ve bilgi edinmek gibi
faydalı şeylerle geçirirdi. Ama ne var ki, yakın komşusu onu oldukça çok
rahatsız etmekteydi.
Bir gün bu duruma daha
fazla katlanamayan komşular, içki düşkünü ayakkabıyı bu huyundan vazgeçmesi
için hapse attırmışlardı.
O gece İmam-ı Azam,
ayakkabıcı komşusundan ses seda işitmeyince sebebini sordu. Hapse atıldığını
söylediler. O hemen şehrin valisine koştu; komşusunun affedilmesini rica etti.
Vali, Ebu Hanife’ye büyük saygı duyardı. Onun hatırına ayakkabıcı yanına
getirildi. Yaptıklarından pişman olması, içkiyi bırakıp bir daha komşularına
zarar vermemesi şartı ile suçunun affedilebilineceği söylendi. Ayakkabıcı hem
komşusu Ebu Hanife’den, hem de validen çok utanmış elleri önünde başını eğmiş
susuyordu.
Sonra Ebu Hanife ile
beraber oradan ayrıldılar. Yolda Ebu Hanife “Kendini özlettin delikanlı”
deyince, ayakkabı ustası gözyaşları ile büyük âlimin ellerine sarılıp kendisini
affetmesini istedi. O günden sonra çok temiz, pırıl pırıl bir insan haline
gelen mahallenin bu genç ayakkabıcısı kimseyi rahatsız etmedi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yaptığınız için teşekkür ederim.